[Eski] Müzisyen Dediğin Böyle Olur

Bu başlık 2011 ve öncesi açılmış Müziktek Forumu başlıklarından biridir

Fazıl'ın müzik felsefesi ve bestecilik anlayışı ile ters düşen görüşlerim olabilir ve Fazılın eserlerini kendimce altı boş ve zayıf bulabilirim. Ama Fazıl'ı eleştirecek adam Sagopa denen paçavra değildir.

Benim ileri kompozisyon anlayışım ve form sorularım/yanıtlarım ile örtüşmez Fazıl ama bu Fazıl'ın yetersiz bir adam olduğu anlamına gelmez. Türkiyedeki çoğu müzisyeni/besteciyi elinin kenarı ile çok rahatça kenara itebilir. Ben ileri kompozisyon ve sanat görüşlerimden dolayı Fazıl'ı eleştiririm ama Fazıl'ı eleştirirken akımlar üstü olamadığı için eleştiririm, elimden geldiğince yapıcı olarak(bende sinirlenebiliyorum hepiniz gibi zaman zaman). Bazı lobiler ile gereğinden fazla muhattab olduğu için eleştiririm. Eserlerini tarihe kazıycak olan o lobiler değil bizzat arı estetik ve felsefedir. Henüz böyle bir ussal adımı olmadı.

Şimdi diyeceksiniz ki sana ne, adam istediği ile muhattab olur, bu adam gemisinide yürütmek zorunda. İyi de bu bana ters. Karnının doyması ve insan gibi yaşaman için ayda 30.000 tl gerekmez. Benim kompozitörlük sıfatı ile aldığım eğitime ters. Kompozitörlük sadece teknik ve yöntem öğrenmekle edinilen bir sıfat değil. O diploma alınır ama o sıfatın hakkını vermek çok ayrı birşey.

Şu yazdıklarımda son derece yüzeysel olarak Fazılın sadece kompozitörlüğünü eleştirdim. Piyanist olarak eleştirilir ama zaten piyanistlik ve kompozitörlük arasında kalan modern müzisyenliğin doğal bir sorunu bu yaşadığı Fazılın. Derdi büyüktür Fazılın. Gerçekten iyi işler çıkartma derdinde olan bir adamdır. Gerçekten bu toplumu ileri götürmek için elinde ne varsa kendince değerlendirmeyi tercih eden bir adamdır. Zaafları olan bir adamdır ama hepimizin zaafları var. Gençliğimde uzun bir süre yaptığı hiçbirşeyi beğenemedim, ondan ya da bende kaynaklanan sebepler ile. Ama günümüzde Fazıla yüklenirken çok iyi farkında olmamız gereken bir çıta var. O çıtayı aşmadan eleştirmek gerekir.

sagopa ve kolera denen şahıslar asla Fazıl'ı eleştiremez, kenarından geçerken bile çok dikkatli olmaları gerekir. Fazılın bulunduğu semtte bile yürürken dikkat etmeleri gerekir.

Sonuş olarak durum buysa ben Fazılın yanında duruyorum, ki bana ihtiyacı yok.

Bir de, bütün bu yazdıklarımı unutun. Fazıldan pirim yapmaya çalışan ve elindeki birkaç bin CD ALICISINI kaybetmemeye çalışan boş tipler bunlar.

Not: Türkiye'ye ilk geldiğimde sagopa Nur Yoldaşla bir düet yapmak istemiş ve bizimle irtibata geçmişti. Teğet geçmişiz resmen. O zamanlar bilmiyordum adamın ne olduğunu ama içimde birşeyler "burda ciddi bir yanlış var" diyordu. Ordan yırtmışız.

edit ile ilave edilmiştir: 4 saattir modern fugue denklemleri ile uğraştıktan sonra ki ruh halim ile yazdım biraz anlayışlı olun. :D
 
Vaktiyle (Büyük) Selçuklu devleti zamanında göçebe Türkler devlete gerektiğinde askerlik hizmeti verirmiş ama savaş olmayan zamanda da yerleşik Türklerin yaşadığı kentleri basıp yağmalarlarmış.

Tarih kitaplarında adı geçen Tuğrul ve Çağrı beyler de göçebe akıncılıktan gelmeymiş. Sonradan birtakım göçebe - merkezi devlet iç savaşları sırasında devleti ele geçirip paylaşmışlar. Tuğrul ulu hakan olmuş, kardeşi Çağrı'ya Semerkand civarını bırakmış. 'Bu zamana kadar yakıp yıktığın yeri şimdi imar edeceksin' diye de takılmış ufaktan. Büyük Selçuklu düzenli ordu ve vergi sistemi kuramadığı için bir süre sonra ufalanmış selçuklu olmuş Ondan sonra Anadolu Selçukluları var. Ve saire, ve saire....

O zamanın mevzuları. Neyse.

Göçebe Türkler yerleşik akrabalarına 'sart' derlermiş. 'Sarı it'in kısaltması oluyor.

Yerleşik Türkler de göçebelere türlü şey dermiş bunun karşılığında tabi.

O zamanki göçebe Türkler, yerleşiklerden farklı dinlerine, adetlerine çok düşkün olurmuş. Yerleşik düzene geçenlere hep o noktadan maraza çıkarırlarmış. Yerleşikler ise göçebelerle karıştırılmamak için kendilerine Türk dedirtmez, onun yerine 'islâm' dedirtirlermiş.

1800 yıl sonra iki sözcüğün yerini değiştirsek bu başlıktaki konuyu aynı filmi baştan izlemek gibi düşünmek doğru olur muydu acaba?
 
Sakal muhteşem. Şimdi albüm satışları da patlar zaten.Bir dahaki videosunda ayetullah teması kullansın.
 
Hayli eski bi fotoğraftır bu. Bi klibinin setinden olması lazım. Kendisini takip eden, etmeyen herkes gördü. Hatta Snoop Dogg müslüman olunca hemen sol yanındaki elemanın kafasına Snoop'u ekleyip tekrar piyasaya sürmüşlerdi yeni versiyonu.

Diğer yandan belirtmek isterim ki Sagopa derken sanırım İslamiyet ile alakadar şeylerde biraz aşağılanıyor gibi sezdim. Veya ciddiyet takınmadan kullanıldığını. Sanırım hassasiyetimden ötürü. Yinede bu Yunus Özyavus denilen cahil arkadaşı eleştirirken İslami terimleride bir arada kullanmayı gereksiz buluyorum. =)

Saygılar.
 
Mert Türkoğlu' Alıntı:
Hatta Snoop Dogg müslüman olunca
Hergun birsey ogreniyor insan, bak bunu bilmiyordum.
Hani arada TV'de goruyorum elemani, hic musluman gibi gelmedi bana, ama tabi bilemem.
Burada ilk is Arapca bir isim alinir boyle olaylar olunca.
 
Abi bir kere de "falanca profesör (pozitif bilim profesörü) 40 yaşından sonra müslüman oldu" haberi görsem..
Anca snoop dogg, sagopa kajmer (ki ikisi heralde amsterdamı kıskandırıcak tüketim yapıyordur) ya da Tony Blair'in baldızı.

Sagopa gibileri yurtdışında da bolca var, anormal bir durum değil, çan eğrisinin uçlarında birileri duracak eninde sonunda. Elit düşmanlığı yapıcak ki kendi şanssız dinleyici/hayran kitlesi kendisini ahlaken üst bir yere konumlandırabilecek. Bin yılların klasik politik oyunları.
 
Askerdeyken tuhaf bir şekilde her askerin mp3 playerında Sagopa Kajmér şarkıları vardı. Dağın tepesinde paso adamı dinliyolardı. Demekki buymuş zat-ı şahaneleri. :)
 
Şarkıların isimlerini tam bilemiyorum ama en azından 2008 yılında askerimizin favorileri Bengü ve Sagopa Kajmerdi. Galiba Demet Akalın'da sağlam dinleyiciye sahipti o aralar. Sağolsunlar bana da beğendiklerini getirip dinletirlerdi. :) Nedense hiçbiri Cezayı sevmiyordu. Sanırım Sagopa'nın soundu Cezaya göre daha karanlık ve depresifti. Bu da kendilerine hele o ortamda çok daha samimi ve yakın geliyordu.
 
Türkiyede ki en büyük cazcı Kerem Görsev, Dünyada ki en büyük cazcı Aydın Esen heheheh :) çocuklar bilmiyor, cahil...
 
Fazıl Say'ın arabeske tavrı "humanizm" adına tasvip edilmiyor gibi..Neden yahu?Bu arabesk müziği ve onun kültürü Türkiye'nin başına bela bir şey değil mi?.Neymiş insanlar istediği müziği dinlesinmiş yok yaa..İnsanlar kendilerine dayatılan müziği dinlesinler medya ceplerini doldursun herkes mutlu olsun çiçek böcek filan,yemezler..

En azından ben ve hatta Fazıl Say en başta olmak üzere hiç olmazsa arabeske düşmanlığını açıkca belirtebilme özgürlüğü içerisinde olmalıyız.Bu ülkede rock müzik denince akıllarına kedi doğrayan sapıkların geldiği bir kesim var hatta zaman zaman medyanın gazıyla bu durum suistimal ediliyor o neyin özgürlüğü oluyor peki?...

Türklerin en büyük sorunu tembellik.Artık nasıl bir ruh hali içerisindeyseler üzerlerine ölü toprağı serpilmiş gibi..

Anlamak,yapılandırmak,üretmek,ilham vermek v.b. hiç bir şey için mecalleri kalmamış.

Müzik de öyle bir şey adam 70 yaşında bu forumdakilerin toplamı kadar nerdeyse bilgisi var "müzik hakkında hiç bir şey bilmiyorum" diyor..

Bizde müziğin "hüznünü" hala "koma" da aramaktayız..Yazık yani..
 
DreamSongs' Alıntı:
Fazıl Say'ın arabeske tavrı "humanizm" adına tasvip edilmiyor gibi..Neden yahu?

Hümanizm değil popülizm adına tasvip edilmiyor. Hümanistler, insandaki potansiyeli değerlendirmek ister. Okulda kompozisyon yazmayı öğretmek istemek hümanist bir politikadır.

Popülistler ise gariban edebiyatı severler. Garibanın gariban olması veya öyle kalmasını 'kahramanlık' olarak yüceltirler. Okulda kompozisyon yerine 'öğrencinin babası ne istiyorsa o' öğretilsin demek popülist bir politikadır.

Bunlar tabi insan aklının icadı değil çevre şartlarının sonucu. İnsanlar ekonomik koşullarına göre politik tavır alırlar. O politik tavırları söz ve yazıya tercüme eden okur yazar takımına 'aydın', o 'aydınların' yazdıkları şeylere de 'ideoloji' diyoruz.

Size Amerikan tarihi ile örnek vereyim. Başkasının durumuna bakmak daha kolay ve anlaşılır oluyor çünkü.

Amerika'nın ilk iki başkanı George Washington ve John Adams dönemlerinde bugün bizim AKP politikaları ile dramatik benzerlikler gösteren bir yönetim düşüncesi var. Bunlar ard arda üç dönem, toplam 12 yıl süre ile yönetimde kalan bir ekibi temsil ediyor. 'Federalistler' olarak adlandırılıyorlar.

Karşılarında kendilerine Demokratik Cumhuriyetçi diyen bir 'parti' var. O dönemde resmen muhalefet partisi diye bir şey olmuyor ama yönetimin yönetiminin politikalarına karşı olmakta ortak fikirde olanlar kendilerini böyle adlandırıyor. Başlarında Thomas Jefferson ve Amerikan anayasa metninin 'babası', yâni ana taslağı yazan James Madison var. Bunların oluşturduğu gelenek daha sonra partileşip bugünkü Cumhuriyetçi Parti'nin başlangıcını oluşturacak.

Aslında bu iki ekip müştereken Amerikan bağımsılık savaşının kahramanları ama sonradan işe 'siyaset karışınca' aralarına kara kedi giriyor. Biri mecliste konuşurken öbürü salonda durmayacak kadar hasım oluyorlar.

Sonra denge değişiyor ve muhalefetteki ekip iktidar oluyor.

Nasıl mı?

Federalistlerin 12 yıllık iktidarı boyunca bu oy almakla oluyor. O zamanki Amerika'nın kuzeyinden bunlara 'torba' denecek oranda yüksek oy çıkıyor. Nüfusu az ama refahı çok güney ise seçimleri hep kaybediyor. Muhalefet dediğim Demokratik Cumhuriyetçilerin asıl tabanı güneydeki oylar.

Şimdi, o yıllarda güneyi de kuzeyi de Amerika denilen yerin nüfusunun yüzde 90'ı köylü veya çiftçi. Ülkede geçimin en büyük kaynağı tarım. Güneyde arazi bol. Batıya yayılmak da kolay. Böylece sırf köle çalıştıran büyük arazi sahibi ağa değil, yeni gelen göçmenin dahi durumu görece iyi, geleceğe dair umudu yüksek oluyor. Kuzeyde ise batıya yayılmak mümkün değil. Çünkü oradaki kızılderilileri İngilizler destekliyor, onlar da yayılmaya gelenleri tepeliyorlar. Tarım güneydeki gibi bereketli değil çünkü hava güneydeki kadar güzel değil. Böylece kuzeydeki çifçinin mahsulünü artırmak, para kazanmak gibi umutları olamıyor. New England denilen bölgede sıkış tepiş takılırken bölgenin ağalarına marabalıkla geçiniyorlar. Kuzeyin ağaları ise tarimdan değil ticaretten geçiniyor. Asıl işleri başta İngiltere olmak üzere Avrupa'ya mal alıp satmak. Genelde tarım ürünü ihraç edip mamûl mal ithâl etmek gibi bir durum söz konusu.

Sonra durumlar değişiyor. Bir gecede değil tabi ama bir süreç içerisinde kuzeyde batıya yayılamamak sorunu ortadan kalkıyor. O 12 yıl boyunca iktidar olan 'Federalist' adlı ekip önce bugün olsa 'milletvekili transferi' denebilecek bir yöntemle başkanlığı Demokratik Cumhuriyetçilere, yâni Thomas Jefferson'a kaptırıyorlar. Jefferson, Napolyon'un dangalaklığından istifade o zaman 'Louisiana' denilen yeri Fransa'dan satın alıyor ve o zamanki Amerika'nın yüzölçümünü iki katından fazla artırarak muazzam yerleşim alanları açıyor. Daha sonra İngiltere'ye savaş açıp, savaş pek parlak gitmese de, sonunda karmaşık şekilde kuzeydeki çiftçilerin kızılderili sorununun 'çözülmesinde' de belirleyici oluyor.

Bunların sonucunda genelde geçim ve refah umudundaki değişimlere paralel olarak 'Federalist' adlı ekip tarihe karışıyor. Kuzeyin oyları Demokratik Cumhuriyetçilere gidiyor. Falan filân....

Devamı ile kafa şişirmeyelim. Arif olan anladı. Diyeceğim o'dur ki, ideolojiler neden değil sonuçtur. Hümanist mi popülist mi olacağınızı çevre şartlarınız, buna bağlı olarak ekonomik şartlarınız belirler.

Bu bakımdan bırakın arabeski filân, Bono'yu bile gördüğünüzde 'n'oldum dememeli n'olucam demeli' diye düşününüz. İkinci zor biliyorum ama yine de deneyin işte.
 
Geri
Üst